Gölgelerden Korkan Çocuk Hikayesi

Pelin Kaya 04.12.2025 15 Okunma Sayısı Çocuk Hikayeleri 1 Yorum
Gölgelerden Korkan Çocuk Hikayesi

Küçük bir kasabanın yamacında, çam kokusunun her sabah pencerelerden içeri süzüldüğü yerde, on yaşında bir çocuk yaşardı: Mehmet. Mehmet’in içinde kocaman bir merak ve bir o kadar da derin bir tedirginlik vardı. İnsanlara güvenmekte zorlanıyordu, çünkü daha önce birkaç kez, çok güvendiği kişiler tarafından hayal kırıklığına uğramıştı. Bu yüzden yeni birine yaklaşırken önce sessizce izler, sonra da çoğu zaman geri çekilirdi.

Kasabada herkesin tanıdığı, yardımseverliğiyle bilinen yaşlı bir marangoz vardı: Hasan Usta. Sakalı karın beyazını andıran, gözleri sıcak, elleri ise yılların verdiği ustalıkla sertleşmişti. Mehmet her gün okula giderken atölyenin önünden geçer, içeriden yükselen talaş kokusunu derin bir nefesle içine çekerdi. Ama içeri girmeye cesaret edemezdi.

Bir gün, Mehmet okuldan dönerken atölyenin kapısı açıktı. İçeriden sesler geliyordu. Bir şey düşmüş gibi bir patırtı… Ardından bir inilti.

Mehmet ürperdi. Bir adım geri çekildi ama sonra merakı ağır bastı. Yavaşça kapıdan içeri baktı ve Hasan Usta’nın yerde oturduğunu gördü. Bir tahtayı kaldırmaya çalışırken elini sıkıştırmıştı.

“Ah, yine yaptım yapacağımı… Bu yaşta hâlâ acele ediyorum,” diye homurdandı yaşlı adam.

Mehmet’in kalbi hızlandı. Yardım etmek istiyordu fakat yaklaşmaya korkuyordu.

“Usta… şey… iyi misiniz?” diye fısıldadı Mehmet.

Hasan Usta başını kaldırdı ve gülümsedi.

“Mehmet evladım, gel hele. Bir şey olmadı, sadece elim acıdı biraz.”

Mehmet tereddüt etti. Bu çağrı sıcak ve samimiydi ama içindeki ses ona hep aynı şeyi söylüyordu: Dikkat et.

Yine de Hasan Usta’nın gözlerinde bir şey vardı… İçini ısıtan bir yumuşaklık. Mehmet cesaretini topladı ve birkaç adım yaklaştı.

“Ne yapayım, yardım edeyim mi?”

“Evet, şu tahtanın ucunu tutarsan çok iyi olur.”

Mehmet tahtayı kavradı, usta da elini yavaşça çekerek doğruldu.

“Aferin oğlum, iyi tuttun. Demek sandığımı yapayım derken biraz fazla güç uygulamışım,” dedi Hasan Usta.

Mehmet şaşırdı.

“Sandık mı yapıyorsunuz?”

“He, bir sandık. Ama öyle sıradan değil. İçine güven duyduklarını koyacaksın.”

Mehmet kaşlarını kaldırdı.

“Güven duyduklarımı mı?”

“Evet. İnsan kimi seviyor, kimden destek görüyor, kim kalbini ısıtıyor… hepsini, sembolik olarak içine koyarsın.”

Mehmet başını eğdi. İçinde bir ağırlık vardı.

“Benim sandığım boş olur.”

Hasan Usta bu cümleyi duyunca durdu. Mehmet’in yüzündeki kırılganlığı görünce sessizce yanına oturdu.

“Neden böyle düşündün evladım?”

Mehmet omuzlarını silkti.

“İnsanlara güvenmek zor. Biri bir şey der, sonra başka yapar. Ya da sana güldüğünü sanırsın ama aslında alay eder. Ben… pek kimseye güvenemiyorum.”

Atölyeye bir sessizlik çöktü. Yalnız talaşların arasında dolaşan rüzgârın hışırtısı duyuluyordu.

Hasan Usta, Mehmet’in omzuna hafifçe dokundu.

“Güven, uzun süre sessiz kalan bir kuş gibidir Mehmet. Ona bir yer açarsın, önce ürkekçe yaklaşır. Sonra zamanla yuvasını kurar. Her insan aynı değil. Doğru kişiyi bulunca o kuş geri gelir.”

Mehmet utanarak gülümsedi.

“Ben o kuşu hiç görmedim galiba…”

“Belki de gözlerin kapalıydı evladım.”

Ertesi gün Mehmet okula giderken atölyenin önünden yine geçti. Bir karar verdi. İçeri girecekti. Hasan Usta onu görünce eliyle işaret etti.

“Mehmet! Tam zamanında geldin. Bir işi beraber tamamlamak ister misin?”

“Olur, ama ne yapacağız?”

“Bir kuş evi. Kasabanın girişine asılacak. İstersen sen boyarsın.”

Kuş evi fikri Mehmet’in hoşuna gitmişti. Sessizce başını salladı. Atölyenin içindeki sıcaklık onu sarıyordu. Bir şeyler değişiyordu. Sanki içindeki o ürkek kuş, kanatlarını hafif hafif çırpmaya başlamıştı.

Bir saat boyunca birlikte çalıştılar. Mehmet boyayı dikkatle sürerken Hasan Usta talaşları temizliyordu.

“Biliyor musun Mehmet,” dedi bir anda. “İnsanlar bazen farkında bile olmadan seni yanıltabilir. Ama bu herkesin kötü olduğu anlamına gelmez.”

Mehmet fırçayı durdurdu.

“Ama yanlış yapanı affetmek de zor değil mi?”

“Evet, zor. Ama güven, kırıldığında tamir edilebilir. Yeter ki iki taraf da gerçekten istesin.”

Mehmet fırçayı tekrar hareket ettirdi. Renkler ahşaba yayılırken içindeki gerginlik de çözülüyordu.

Ertesi hafta, kasabada büyük bir fırtına çıktı. Rüzgâr o kadar şiddetliydi ki sokaktaki tabelalar bile savruluyordu. Mehmet’in ailesi evdeydi, soba yanıyor, çatıdan rüzgârın uğultusu geliyordu.

Tam o sırada kapı çaldı.

Mehmet kapıyı açınca karşısında yağmurdan sırılsıklam olmuş Zeynep’i gördü. Aynı sınıftan utangaç bir kızdı. Elinde ıslanmamak için tuttuğu defterini sımsıkı sarıyordu.

“Mehmet… yardımcı olur musun? Evimizin camı kırıldı, annem tamirciye gitti ama daha gelmedi. Çok korkuyorum…”

Mehmet’in içinde bir ürperti oldu. Eskiden olsaydı kaçardı. Kendi içine kapanırdı. Fakat Hasan Usta’nın sözleri aklına geldi.

Güven, yuvasını bulunca geri dönen kuş gibidir.

Derin bir nefes aldı.

“Tamam, gel. Birlikte bakarız.”

Zeynep’in evine vardıklarında, rüzgâr içeri şiddetle esiyordu. Mehmet, Hasan Usta’nın ona öğrettiği yöntemleri hatırladı. Dolaptan bir karton parçası buldu, bantla pencerenin kırılan kısmını kapattı.

Zeynep şaşkınlıkla izliyordu.

“Bunu nasıl öğrendin?”

“Hasan Usta öğretti. Bazen birine güvenmek, hayatını kolaylaştırırmış.”

Zeynep hafifçe gülümsedi.

“Ben de sana güvenmiştim Mehmet. İyi ki geldin.”

Mehmet’in içi ısındı. O an bir şey hissetti. İçindeki kuş artık tamamen uyanmıştı.

Bir hafta sonra Mehmet, Hasan Usta’nın atölyesine gittiğinde usta onu kapıda karşıladı.

“Evladım! Kuş evi kasabanın girişine asıldı, herkes çok beğendi!”

Mehmet yüzünde kocaman bir gülümsemeyle içeri girdi.

“Usta… ben de artık birine güvenebiliyorum sanırım.”

Hasan Usta başını eğip gözlerinin içine baktı.

“Ben sana hep güvenmiştim Mehmet. Sen sadece kendine inanmayı unutmuştun.”

Mehmet’in boğazı düğümlendi. Gözleri doldu.

“Teşekkür ederim usta…”

“Güvenmek cesaret ister evladım. Sen bugün o cesareti gösterdin.”

Mehmet kalbinin derinliklerinde bir sıcaklık hissetti. Güvenmek artık eskisi kadar zor gelmiyordu. Doğru insanlara kapı açtığında hayatın nasıl değişebileceğini görmüştü.

Kasabanın üzerinde güneş batarken, Mehmet atölyeden dışarı adım attı. Gökyüzünde uçan bir kuş sürüsü vardı. Mehmet gülümsedi.

Demek ki güven, kimi zaman gerçekten kanatlanabiliyordu.

Ve o günden sonra Mehmet, hayatında yeni biriyle tanıştığında eskisi gibi korkmuyor, önce gözlerine bakıyor, sonra içinden soruyordu: Bu kişi, kalbimdeki kuş için yeni bir yuva olabilir mi?

Bu Hikayeyi Paylaş

1 Yorum

  • A
    Ahmet

    Güvenmek cesaret ister

Yorum Yazın