Habil ile Kabil Hikayesi
Günün ilk ışıkları toprağın üzerine ince bir örtü gibi yayılırken, iki kardeş yan yana duruyor, gökyüzünün pembeye dönmesini izliyordu. Habil’in yüzünde her zamanki dingin gülümseme vardı. Kabil ise kaşlarını çatmış, uzaklara bakıyordu. Çocuklar için maceralı ve duygulu bir hikâyenin kapısı da işte böyle aralandı.
Habil toprağa uzandı, avucuna aldığı bir avuç ot parçasını kokladı.
— “Toprak bugün çok mutlu Kabil. Dün geceki yağmur her şeyi canlandırmış.”
Kabil omuz silkti.
— “Senin bu toprağı sevişin beni şaşırtıyor Habil. Sanki konuşuyorlar da sen anlıyorsun.”
— “Konuşuyorlar Kabil. Yeter ki dinlemeyi bil.”
Kabil iç çekti. O, toprağı değil, gücü seviyordu. Kendisini kanıtlama arzusu içini yakıyordu. Habil’in sakinliği karşısında bazen kendini gölge gibi hissederdi. Oysa Habil onu hiçbir zaman gölge olarak görmemişti. İkisinin de farklı bir yeteneği olduğunu düşünürdü.
Günün ilerleyen saatlerinde ikisi de kendi işlerine dağıldılar. Habil hayvanlarını otlatmak için tepenin ardındaki geniş çayırlığa götürdü. Kabil ise tarlaya gidip toprağı eşelemeye başladı. Güneş ısındıkça hava kızıştı ama Kabil’in içindeki ateş ondan çok daha sıcaktı.
Kabil tarlayı sürerken bir uğultu duydu. Rüzgâr değil… Sanki içinden gelen bir ses.
— “Daha fazla çalışmalısın… Daha güçlü olmalısın… Kardeşinin gerisinde kalmamalısın…”
Bu ses onu rahatsız etti ama aynı zamanda bir şekilde gururunu okşadı. Küçücük bir kıvılcım, dikkat edilmezse büyük bir yangına dönüşebilirdi.
Akşam olunca iki kardeş tekrar aynı ateşin başında buluştular. Babaları onlara, ertesi gün bir şükran sunusu hazırlamalarını söylemişti. Bu, her ikisi için de önemli bir gündü.
Habil, hayvanlarının arasından en sağlıklı kuzusunu seçti. Onun yünü ışığı yansıtan bembeyaz bir pamuk gibiydi. Habil kuzuyu okşadı.
— “Sen huzurlu bir ruhsun. İyiliğin karşılığı iyilik olsun.”
Kabil ise tarlasına baktı. Topladığı buğdayların bir kısmı güneş yanığıydı, bir kısmı henüz olgunlaşmamıştı. Ama içinden bir ses yine konuştu:
— “En iyisini vermek zorunda değilsin. Çalıştın ya, yeter.”
Kabil de buna inanmayı seçti.
Ertesi sabah büyük an geldiğinde iki kardeş de hediyelerini hazırladı. Habil beyaz kuzusunu sevgiyle okşayarak sundu. Kabil ise buğday demetlerini yere bıraktı. Gökyüzünden hafif bir ışık huzmesi Habil’in sunusunun üzerine düştü. Kuşlar bile bir anda sessizleşti. Kabil’in sunusunun üzerinde ise hiçbir şey olmadı.
Kabil’in kalbi sıkıştı.
— “Neden… Neden benimki kabul edilmedi?”
Habil sakin bir sesle konuştu:
— “Kabil… En iyi olanı vermedin. Toprak bile sana bunu söylemişti.”
Kabil’in gözleri parladı, öfkeyle karışık bir sızı doldu içine.
— “Sen… Sen hep böyle konuşursun. Hep beni küçük görürsün! Herkes seni över, beni görmez!”
— “Ben seni küçümsemiyorum Kabil. İstersen başarabilirsin. Kalbin temiz olduğunda her şey kabul edilir.”
Ama kıskançlık, insan kalbinde köşe bucak yer arayıp tutunmayı iyi bilirdi. Kabil o gece uyuyamadı. İçindeki ses daha da gürültülü hale geldi.
— “Geri planda kalmaya mahkûmsun… Kardeşin senin üstünde… Her zaman…”
Ertesi gün Kabil Habil’e yaklaşırken yüzünde zoraki bir gülümseme vardı.
— “Hadi gel, seni çayırlığa götüreyim. Dün yeni bir yer keşfettim.”
Habil içten bir şekilde sevindi.
— “Ne güzel! Birlikte dolaşmayı özlemiştim.”
İkili yürüyerek tepenin ardına geçti. Rüzgâr hafif hafif esiyor, çiçekler eğilip kalkıyordu. Habil bu güzelliği içtenlikle izledi.
— “Burası muhteşemmiş Kabil. Keşfettiğin için sevindim.”
Kabil’in dudakları titredi.
— “Habil… Neden her zaman böyle sakinsin? Neden herkes seni seviyor?”
— “Kabil… insanlar sevgiyi kalplerinde taşır. Ben sadece kalbimi açık tutuyorum.”
Kabil’in içindeki karanlık ses daha da şiddetlendi.
— “Onu sustur. Onu aşmak istiyorsan önce onu yok etmelisin…”
Kabil bir adım geri çekildi. Habil şaşkınlıkla ona baktı.
— “Ne oldu Kabil?”
Sessizlik…
Hava birden soğudu sanki. Rüzgâr bile nefesini tuttu. Kabil’in gözleri doldu.
— “Keşke… Keşke kalbim seninki kadar temiz olsaydı Habil.”
Habil adım attı.
— “Olabilir Kabil. Yeter ki izin ver.”
Ama içindeki karanlık daha hızlı davrandı.
Bir anlık öfke, bir anlık panik, bir anlık karanlık…
Kabil dizlerinin üzerine çöktüğünde Habil toprağın üzerine sessizce yanmıştı.
Kabil’in eli titredi. Gözlerinden yaşlar sızdı.
— “Ben ne yaptım… Habil… kardeşim…”
Gökyüzü karardı. Rüzgâr ağıt yakmaya başladı. Kabil kardeşinin başucunda oturdu, gözyaşları toprağa karıştı.
— “Keşke zaman geri dönse… Keşke o anda durabilseydim…”
Tam o sırada bir güvercin geldi. Kardeşinin başının ucuna kondu, hafifçe kanat çırptı. Sanki rüzgârın içinden bir ses geldi:
— “Sevgi kaybolmaz Kabil. Yanıldın ama karanlık seni tamamen yutmasın.”
Kabil bu sözleri duyduğunda içindeki öfkenin yerini ağır bir pişmanlık aldı. Habil’in yüzünü okşadı.
— “Ben seni hiç anlamadım… Ama sen hep beni anlamaya çalıştın.”
Zaman geçti. Kabil, yaptığı hatanın ağırlığını taşıyarak yaşamaya devam etti. Ama aynı zamanda Habil’in hatırlattığı bir gerçek vardı:
Karanlık kalbe girse bile iyilik yeniden filizlenebilir.
Her sabah, Habil’in sevdiği o çayırlığa gider, yere çömelir, toprağa dokunurdu.
— “Toprak… sen onu çok severdin. Şimdi bana sabretmeyi öğret…”
Ve rüzgâr hafifçe eserek ona bir şey fısıldardı:
— “İyilik her zaman yeniden doğar…”
Kabil artık bunu biliyordu. Habil’in öğretisi onun içinde yaşıyordu.
Ve çocuklar için bu hikâyenin anlamı işte burada saklıydı:
Kıskançlık toprağı kurutur, sevgi ise yeniden yeşertir.
Ne zaman kalbinizde bir fırtına kopsa, Habil’in rüzgârını hatırlayın. Çünkü her insan, iyiliğin filizlenmesi için bir toprak kadar değerlidir.
Yorum
Henüz yorum yapılmamış, ilk yorumu sen yap!
Yorum Yazın