Nergis Çiçeği Hikayesi
Sabah güneşi, Çamlıdere’nin yumuşak tepelerine sessizce düşerken, küçük bir köyün arkasındaki vadide nergisler açmaya başlamıştı. Bembeyaz yaprakları hafif bir esintiyle titreşiyor, sanki rüzgâra gizli sırlarını fısıldıyordu. Bu vadinin en neşeli çocuğu olan Meral, her sabah buraya gelir, çiçeklerle konuşur gibi olurdu. İçinde sakladığı büyük bir hayali vardı: bir gün nergislerin neden yalnızca belli sabahlarda parlaklaştığını keşfetmek.
O sabahlardan biri olduğunda Meral yine soluğu vadide aldı. Gün her zamankinden bir parça sessizdi. Sanki dünya nefesini tutmuş bekliyordu.
Meral çiçeklerin arasında dolaşırken bir anda kulağına hafif bir ses geldi.
— Beni… duyabiliyor musun?
Meral irkildi. Etrafına baktı, kimse yoktu.
— Korkma… buradayım.
Meral, nergislerin arasında hafifçe parıldayan bir tanesini fark etti. Gövdesi diğerlerinden daha ince, yapraklarının ucu daha parlaktı. Sanki kendi ışığını üretiyordu.
— Sen… konuştun mu? dedi Meral şaşkınlıkla.
— Evet. Korkma. Benim adım Nisa. Bir nergis çiçeğiyim… ya da en azından artık öyle sanmıyorum.
Meral’in kalbi hızlandı. Bu, bir çiçeğin ona ilk kez konuşmasıydı.
— Ama çiçekler konuşamaz… değil mi?
— Aslında çoğu konuşmaz dedi Nisa yavaşça. Ben bir zamanlar insandım. Ta ki köyümüzü korumak için yaptığım bir dilek beni bu hâle getirene kadar.
Meral nefesini tuttu. İçinde hem korku hem merak büyüyordu.
— Ne dileği? diye sordu.
— Uzun bir hikâye… ama anlatmam gerekiyor. Çünkü senin yardımına ihtiyacım var.
— Yıllar önce diye başladı Nisa, bu köy küçük ama huzurluydu. Ben de tıpkı senin yaşlarında bir kızdım. Adım Nisa idi. Nergisleri çok severdim. Köyümüzde bir gelenek vardı: İlkbaharın ilk gecesi, bir nergisin üzerine dilek tutulurdu. Bu dileğin gerçekleştiğine inanılırdı.
Meral dikkat kesildi.
— Peki sen nasıl…?
— O yıl köyümüz büyük bir kuraklıkla karşılaştı. Ne yağmur yağdı ne de toprağın bereketi kaldı. Tarlalar kuruyor, hayvanlar susuz kalıyordu. Köylüler çok üzgündü. Ben de dayanamadım. İlkbaharın ilk gecesinde nergislerin arasına girdim ve ‘Keşke köyümü kurtaracak suyu bulabilsem’ diye dilek tuttum. Sonra bir ışık… bir sıcaklık… ve bir anda kendimi bu hâlde buldum. Bir nergis olarak uyandım.
Meral’in gözleri büyüdü.
— Ama neden? Sen sadece yardım etmek istemişsin!
— Doğanın dengesi hassastır dedi Nisa. Dileğim çok güçlüydü, karşılığında bir bedel istendi. Ben de o bedel oldum. Ama köy kurtuldu. Bahar yağmurları geldi, toprak suya kavuştu.
Meral, çiçeğe hayranlıkla baktı.
— Peki şimdi ne olacak?
— Dileğin etkisi her yıl zayıflıyor dedi çiçek. Eğer tamamen sönerse ben de varlığımı kaybederim. Eskiye dönmek için bir yol var ama bunu yapabilmek için bir insan yüreğinin beni gerçekten duyması gerekiyor. Ve sanırım… sen o kişisin.
Meral’in kalbi sıcacık oldu.
— Ne yapmam gerekiyor?
— Vadinin en tepesinde bir taşlık bölge var diye açıkladı Nisa. Orada ‘Vadinin Kalbi’ denilen küçük bir kaynak bulunur. Işığı parlaktır ama kimse dokunamaz. O sudan bir damla bana ulaştırırsan yeniden insan olabilirim. Ama dikkat etmen gereken şeyler var.
Meral kaşlarını kaldırdı.
— Tehlike mi var?
— Biraz. Çünkü o kaynağın etrafında rüzgâr ruhları dolaşır. İnsanların çok yaklaşmasını istemezler.
Meral içinden korksa da dışarıya cesur görünmeye çalıştı.
— Ben başarırım. Senin sesini duydum, demek ki bu bir tesadüf değil.
— Teşekkür ederim Meral dedi Nisa yumuşak bir sesle. Senin cesaretin bana umut veriyor.
— Hemen gidiyorum!
Meral sırt çantasını düzeltti ve vadinin yukarılarına doğru yürümeye başladı. Yol gittikçe dikleşiyor, rüzgâr yüzünü keskin bir bıçak gibi okşuyordu. Ağaçlar azalıyor, taşlar çoğalıyordu. Ama Meral vazgeçmedi.
Kısa bir süre sonra ince bir ıslık sesi duydu.
— Döndür onu… geri gönder… diye fısıldayan bir rüzgâr sesi dolaştı etrafında.
Meral irkildi.
— Kim var orada?
Rüzgâr daha güçlü esti.
— Bu yol sana ait değil… geri dön…
Meral nefesini derin aldı.
— Hayır! Ben bir dostumu kurtarmaya geldim!
— Dostun bir çiçek… dedi rüzgâr, biraz alaycı bir tonda.
— Ama kalbi var. Ve ben onu bırakmam!
Rüzgâr bir an durdu. Sanki Meral’in kararlılığı onu şaşırtmıştı.
Meral ilerlemeye devam etti. Yolun sonunda küçük bir parlama gördü. Orası kaynağın olduğu yerdi. Su, ince bir çizgi gibi kayaların arasından akıyordu. Suya yaklaştıkça hafif bir mavi ışık saçıyordu.
— İşte… buldum!
Tam ellerini uzatacakken rüzgâr yeniden esti.
— Bu suya sadece kalbi temiz olan dokunabilir… diye fısıldadı.
Meral ellerini yavaşça suya uzattı. Bir an durdu. Sonra suya dokundu. Soğuk değildi. Ilık, yumuşak bir ışıktı sanki.
Rüzgâr bu kez şaşkın bir tonda konuştu.
— Gerçekten… dokunabiliyorsun…
Meral avucuna bir damla aldı. Küçücük bir mavi ışık avucunda dans ediyordu. Hemen vadinin aşağısına doğru koşmaya başladı.
Nisa hâlâ nergislerin arasında hafif hafif titriyordu.
— Geldim! diye seslendi Meral. Suyu getirdim!
— İnanamıyorum… başardın… dedi Nisa.
Meral su damlasını nazikçe çiçeğin üzerine bıraktı. Damla yaprakların arasında parladı, büyüdü ve bir anda ışık patlaması gibi yayıldı. Meral gözlerini kapattı.
Işık söndüğünde karşısında beyaz elbiseli, genç bir kız duruyordu. Gülümseyen gözleri vardı. Bu, nergis çiçeğinin içindeki Nisa’ydı.
— Meral… dedi Nisa duygulanarak. Beni kurtardın. Bu iyiliğini unutmayacağım.
Meral’in gözleri doldu.
— Sen olmasaydın bunu başaramazdım.
Nisa diz çöktü ve küçük bir nergis kopardı.
— Bu sana bir armağan. Bu çiçek her zaman sana cesaretini hatırlatacak.
Meral çiçeği aldı, kokladı. Hafif bir esinti yeniden vadiden geçti, bu kez huzurlu bir ses taşıyordu.
— Teşekkür ederim… diye fısıldadı Meral.
Nergisler o gün eskiye göre daha parlak açtı. Köydeki herkes vadinin neden böyle ışıldadığını merak etti ama bu sırrı sadece Meral ile Nisa biliyordu.
Ve bazen sırlar, çiçek gibi narindir; onları anlayan biriyle paylaşıldığında bir ömür boyu saklı güzelliğini korur.
Yorum
Henüz yorum yapılmamış, ilk yorumu sen yap!
Yorum Yazın