Truva Atı Hikayesi
Rüzgârın deniz tuzunu gizlice şehre taşıdığı bir akşamüstü, Truva surlarının üzerinde nöbetçiler gökyüzüne bakıyordu. Ama bu hikâyenin kahramanı ne bir askerdi ne de bir komutan. O, meraklı gözleriyle dünyayı anlamaya çalışan küçük bir çocuktu: Aras.
Aras, kentin kalabalığından sıkıldığında limana iner, tahta kokusuna, dalgaların ritmine ve rüzgârın fısıltılarına kulak verirdi. En çok da suda kendi gölgesini izlemeyi severdi; çünkü gölgesi ona, büyüyünce nasıl biri olacağını düşünme cesareti verirdi.
Bir gün, deniz kenarında balıkçı ağlarını kontrol eden Derya teyzesine koştu. Nefesi kesik kesikti.
— Derya teyze! Denizden çok garip bir şey geldi! Hem de dev gibi bir tahta at!
— Sakin ol Aras, anlat bakalım. Tahta at mı? Denizden mi geldi diyorsun?
— Evet! Askerler bakıyor ama kimse dokunmaya cesaret edemiyor. Sanki... sanki bizi izliyor gibi.
Derya hafifçe gülümsedi ama gülüşü Aras’a güven vermedi. Yüzünde dalgın bir gölge belirmişti.
— Hadi gidip bakalım. Bu anlattığın pek olağan bir şey değil.
Aras ile Derya, limanın kalabalığına doğru yürürken insanların fısıltıları havada dolaşıyordu. Tahta at seviyordu, heybetliydi ve sessizliğiyle herkesi ürkütüyordu. Atın gözleri sanki içeriye açılan karanlık bir tünel gibiydi.
Truva’nın bilge komutanlarından Üstün Bey, kalabalığı sakinleştirmeye çalışıyordu.
— Halkım! Korkmanıza gerek yok. Bu muhtemelen savaşın bittiğine dair bir armağandır!
Aras, içindeki huzursuzluğu bastıramadı.
— Üstün Bey, emin misiniz? Denizden armağan gelir mi hiç?
Komutan çocuğun bu sözlerine şaşırdı.
— Aras, sen akıllı bir çocuksun. Ama bu büyüklerin konusudur.
Aras yine de susmadı.
— Bence bu atın içinde bir şey var. Boş değil gibi. Bakar mısınız?
Üstün Bey, çocuğun ısrarından hoşlanmamış gibi görünse de Derya teyze araya girdi.
— Komutanım, çocuklar bazen göremediğimiz şeyleri hisseder. Belki bir bakmakta fayda vardır.
Üstün Bey başını salladı.
— Peki. İçini kontrol edeceğiz ama önce kente çekilmesi gerekiyor.
O an Aras’ın içinden bir şey koptu. Kentin içine sokmak mı?
— Hayır! Sakın! Bu yanlış! Lütfen dinleyin beni!
Ama kimse onu ciddiye almadı. Askerler halatları taktı, dev tahta at yavaşça kentin kapısından içeri çekildi.
Gece olduğunda Truva sessizleşti. Fenerler sönmüş, herkes zafer sarhoşluğu içinde uykuya çekilmişti. Ama Aras’ın gözüne uyku girmiyordu. Kalbi sıkışıyor, sanki bir felaketin kapıda olduğu fikri içini daraltıyordu.
En sonunda karar verdi: Atı gövdesinden kontrol edecekti.
Derya teyzesinin evinden sessizce çıktı. Ay ışığı yolun taşlarını parlatıyor, gölgeleri büyütüyordu. At kapının karşısında nöbetçiler tarafından korunuyordu ama Aras saklanmayı iyi bilirdi. Limanda balıkçılarla büyümüş bir çocuk için sessiz adımların dili sıradan bir yetenekti.
Atın yanına ulaştığında devasa bir sessizlikle karşılaştı. Tahta yüzey soğuktu. Elini gövdeye koyduğunda içerden hafif bir tıkırtı duydu.
Aras’ın nefesi kesildi.
— Bir şey... hareket etti!
Hemen geri adım attı. Ne yapması gerektiğini düşünürken arkadan tanıdık bir ses duydu.
— Aras? Bu saatte burada ne işin var?
Bu gelen kimdi? Baran, Aras’ın en yakın arkadaşıydı.
— Baran sakın sesini yükseltme! Atın içinden ses geliyor!
Baran da şaşırmıştı.
— Gerçekten mi? Belki fare falandır.
— Hayır Baran. Bu… farklı bir ses. İnsan sesi gibi.
İki çocuk göz göze geldi ve Aras’ın ciddiyeti Baran'ın tüm şüphelerini sildi.
— O zaman ne yapacağız?
Aras kararlı bir sesle konuştu.
— Bu sırrı Derya teyzeye söylemeliyiz. O bizi dinler.
Derya teyze onları gece yarısı kapıda görünce şaşırdı.
— Aras? Baran? Bir şey mi oldu?
Aras hızlı hızlı anlattı.
— Atın içinden ses geliyor! Gerçekten geliyor! Bence içinde insanlar var!
Derya’nın yüzü gerildi. Gözlerinde bir anlığına derin bir korku belirdi.
— Siz iki çocuk böyle bir şeyi uydurmazsınız. Peki… birlikte gidip yeniden bakalım.
Üçü karanlık sokaklardan geçip atın yanına vardılar. Nöbetçiler çoktan uykuya dalmıştı. Aras parmağıyla işaret etti.
— Şuradan duydum. Tam buradan.
Derya teyze dikkatle kulağını koydu. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey olmadı. Aras’ın omuzları düşmeye başlamıştı ki... tahta yüzeyin ardında bir metalin tıkır tıkır sürtünme sesi duyuldu.
Derya teyze irkildi.
— Bu… savaş taktiği kokuyor. Aras haklı olabilirsin. Bu atın içinde asker olabilir!
Baran’ın sesi titredi.
— Peki o zaman… Truva tehlikede mi?
— Evet. Ama kimseyi uyandıramayız. Üstün Bey bize inanmadı. Bunu kendimiz anlamak zorundayız.
Derya, çocukları surların arkasına götürdü. Bir plan kuruyorlardı. Aras’ın aklına müthiş bir fikir geldi.
— Derya teyze, limandaki eski barut fıçıları var ya… onları kullanabiliriz. Ama atı patlatmak için değil.
Derya şaşkınlıkla baktı.
— Peki nasıl kullanacağız?
— Alevli oklarla atın altını ısıtırsak içerdekiler hareket etmek zorunda kalır. Böylece herkes duyar. Kanıt olur. Böylece kenti uyandırırız.
Derya şaşkınlıkla güldü.
— Aras… sen kentin en küçük savaş stratejisti olacaksın.
Baran heyecanla atıldı.
— Ben okları getiririm! Babamın atölyesinde var!
Plan kusursuz görünüyordu. Ama çocuk kalplerinin çarpıntısı gizlenemezdi. Cesaret böyle anlarda büyürdü.
Oklar hazırlandı. Aras ve Baran, Derya teyzenin rehberliğinde atın çevresine yaklaştı. Ateşli oklar tahta zemine saplandığında hafif bir çıtırtı yükseldi. Duman atın gövdesine tırmanıyordu.
Bir anda içeriden bir bağırış duyuldu.
— Dikkat edin! Alev var!
Aras’ın kalbi hızlandı.
— İşte bu! Uyandılar!
Derya teyze derin bir nefes aldı.
— Şimdi gidelim! Üstün Bey'i uyandıracağız!
Üçü koşarak komutanın evine gittiler. Derya kapıyı yumrukladı.
— Komutanım! Atın içinde askerler var! Çocuklar doğru söylüyor!
Üstün Bey kapıyı açtı, uykulu yüzü bir anda ciddileşti.
— Ne?! Bu mümkün değil.
Tam o sırada dışarıdan gelen metal çarpışmaları, bağırışlar, tahta kırılma sesleri gerçeğin inkârını imkânsız kıldı.
Üstün Bey gözleri büyümüş halde Aras’a döndü.
— Sen… bunu nasıl anladın çocuk?
Aras ter içinde, heyecanla konuştu.
— Atın nefesini duydum. Sanki… sakladığı bir sır vardı. Beni rahatsız etti.
Üstün Bey derin bir nefes aldı.
— Hemen askerleri toplayın! Bu çocuk şehri kurtardı!
Savaş uzun sürmedi. Çünkü düşman bekledikleri sürprizi gerçekleştiremeden açığa çıkmıştı. Truva, bir çocuğun sezgisi ve cesareti sayesinde ayakta kaldı.
Sabah olduğunda halk meydanda toplandı. Üstün Bey yüksekçe bir yere çıktı ve Aras’ı yanına çağırdı.
— Truva halkı! Bu gece hepimizi kurtaran küçük kahramanı selamlayın!
Kalabalıktan bir dalga yükseldi. Aras yüzü kızarmış bir halde Baran’a baktı.
— Ben bir şey yapmadım ki… sadece hissettim.
Baran gururla gülümsedi.
— Bazen hissetmek, en büyük kahramanlıktır Aras.
Derya teyze gözleri dolu dolu onlara sarıldı.
— Cesaret bazen kılıçla değil, kalple ölçülür çocuklar. Siz bunu kanıtladınız.
Rüzgâr hafifçe estikçe, sanki devrilmiş Truva Atı’nın içinden kalan son sırlar da havaya karışıp kayboldu. Ama Aras’ın hikâyesi şehirde yıllarca anlatıldı.
Çünkü Truva’yı o gece kurtaran şey, bir çocuğun duyduğu küçük bir tıkırtıya kulak vermesiydi. Ve bazen dünyayı değiştiren tam da bu küçük sesler olur.
1 Yorum
Truva’nın bulunduğu yer günümüzde Çanakkale’nin Tevfikiye köyü yakınları, Hisarlık Tepesi olarak bilinen bölgedir. Truva tam olarak bugün Çanakkale sınırları içinde yer alıyordu. Homeros’un destanlarında geçen o kadim şehir, Ege ile Marmara’yı birleştiren o boğaz hattının hemen kıyısında yükselmişti. Hikaye için teşekkürler!
Yorum Yazın